cumhuriyet kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
cumhuriyet kitap etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

13 Mayıs 2014 Salı

Şiir Atlası IV

Prof Cevat Çapan hocamın "Şiir Atlası" köşesini yayınlamaya devam. Öncekiler için bakınız

----



02.10.2003

Şili'yi ve insanlarını anlatan şarkılar
Victor Jara Şarkıları/ Çeviren Ayşe Nihal Akbulut


Victor Jara, çoğunlukla ülkesini, bir yandan halkının yoksulluğunu, çilesini, elleriyle bir şeyler üreten insanlarının yaratıcılığını, kement ustasını, battaniye dokuyan kadını, kendi ana babasını, çocukluğunun mutsuz aile yaşamını, her ikisi de aynı adı (Amanda) taşıyan kendi anası ile kızını anlatan, öte yandan nedensiz öldürülenlerin yazgısını sorgulayan ve insana inancını vurgulayan şarkılarıyla ve anlamlı yaşamı, dokunaklı ölümü ile anımsadığımız bir ozan ve şarkıcı. Victor Jara, Salvador Allende'nin kanlı bir darbeyle devrilmesiyle 11 Eylül 1973'te yüzlerce Şili'liyle birlikte gözaltına alındı, Santiago Stadyumu'na götürüldü. İşkenceciler Jara'nın gitarı ve şarkıları yoluyla insanlarla dayanışmasını engellemek için el bileklerini kesip, birçok yurttaşı gibi onu da işkence ile, dayakla öldürdüler. Birlikte çalıp söylediği İnti İllimani topluluğunun ülkemizde verdiği konser de Jara'yı anmak için iyi bir fırsat yarattı. 30 yıl sonra Santiago Stadyumu'na 'Victor Jara' adı verilirken biz de Jara'nın şarkılarını bir kez daha paylaşmak istedik.


CEVAT ÇAPAN


Kement
Gün batarken
Gördüm onu,
Lonquen'de
Kasvetli bir kulübede,
Yoksul bir kulübede
Gördüm onu
Lonquen'de
Gün batarken.
Elleri öylesine yaşlı ki
o denli de güçle örmekte,
nasırlı ellerinde, duyarlı ellerinde
gidip gelir hayvanın derisi.
Kement bir yılan gibi
Sarılmış cevizin gövdesine
Her attığı ilmekle doldurur
Boşluğunu yaşamın ve ekmeğin.
Nice zaman kalmış elinde
Ve sabırlı bakışlarında
Kimse 'tamam' dememiş ona
'Bırak artık yeter'.
Gölgeler çökerken belik belik
Günün son ışığıyla karışarak
Yaşlı adam ekleyerek birkaç dize
Örgüsüne sevinci katıyor.
İlmekleri ağıp dolaşmış
Kuzeyi güneyi, göğü denizi,
Gelgelelim yaşlı adam hiç
Çözememiş anlamını uzaklığın
Bağlamış yaşamı ilmeklerle sımsıkı
Cevizin gövdesine kenetli
Sonra çıkagelecek ölüm
O da atılacak ilmeklere.
Kement sıkı olmuş olmamış ne gam
Ne gam sonsuzluğa uzanmış
Kırlara karışmış karışmamış
sonunda dinlenecek toprakta.
Gün batarken
Gördüm onu,
Lonquen'de
Kasvetli bir kulübede,
Yoksul bir kulübede
Gördüm onu
Lonquen'de
Gün batarken.


Angelita Huenumán
Pocuno Vadisinde
Denizden esen yelin dövdüğü
Yağmurun yosuna durduğu
O yerde oturur Angelita Huenumán.
Meşelerle kamışlar arasında,
Fındıklarla katırtırnakları ve
Yaban fuşyaların kokuları
Arasında oturur Angelita Huenumán..
Yoldaş olur beş köpeği
Bir sevdadan yadigar oğulcuğu
Tıpkı küçücük çiftliği gibi
Çervesinde döner tüm dünya.
Huenumán damarlarından akar
gelinciğin kan kırmızısı
Oturmuş pencerenin ışığında
Ömrünü dokuyor Angelita.
Elleri dansediyor kenevirde
Kanat çırpıyor kuşlar gibi
Sanki bir tansık nasıl da dokuyor
ta kokusuna dek çiçeği.
Angelita, battaniyeye katıyorsun
Zamanı, ter ve gözyaşını
Bilinmedik ellerini
Yaratıcı halkımın.
Aylar süren emekle
Battaniyen arıyor alıcısını
Ve kafese kapatılmış bir kuş gibi
Bedelini en iyi ödeyeni bekliyor.


Emekçiye Yakarı
Kalk ayağa, kaldır gözlerini dağlara bak
Yelin, güneşin ve suyun kaynağı dağlara
Sanki ırmakların yatağını değiştirebilirsin
Sen ki tohum serper gibi savurursun gönlünün uçuşunu
Kalk ayağa, kendi ellerine bak
Büyüsünler diye uzat onları kardeşine.
Birlikte yol alırız bir olup kan bağımızla
Gün bu gündür el ele verip
Yarını yarın edebileceğiz
Kurtar bizi yoksunluğa tutsak edenden
Sun bize hak ve eşitlik ülkeni
Es tıpkı yelin dağ geçitlerinden sürüp
Götürmesi gibi çiçek kokularını
Ateşin temizlemesi gibi boşalt
Silahımın namlusunu
Yeryüzünde hâkim kıl buyruğunu
Gücünü ver bize, yiğitliğini
Sürdürebilelim diye kavgamızı
Es tıpkı yelin dağ geçitlerinden sürüp
Götürmesi gibi çiçek kokularını
Ateşin temizlemesi gibi boşalt
Silahımın namlusunu
Kalk ayağa, kendi ellerine bak
Büyüsünler diye uzat onları kardeşine.
Birlikte yol alırız bir olup kan bağımızla
Şimdi ve can verdiğimiz an
Amin.


Bayraklar Çekiliyor Gönlümüze
Burada toprağın altında
Uyumuyorsun kardeşim, yoldaşım.
Yüreğin işitir baharın tomurcuklanışını
Ve senin gibi eser gider yeller.
Güneşle gömülmüş orada
Taze toprak örtmekte tohumunu
Köklerin derinlere inecek
Ve açacak yeni günün çiçeği.
Yaralı ayaklarına varacak,
Zavallı insanların elleri, ulaşacak
Tohumlar saçarak.
Ölümün daha çok yaşam getirecek
Ve gittiğin yerlere yürüyecekler
Türküler söyleyerek.
Katilin saklandığı o yerlerde
Adın daha çok adı sunacak zengine.
Sen uçarken kanatlarını yakanlar
Söndüremeyecek yoksulların ateşini.
Orada kardeşim, burada yeryüzü üstünde,
Gönlümüz bayraklarla doluyor,
Bayraklar çekiliyor gönlümüze.
Korkuya karşı yükseliyor.
Zafer bizim olacak.
Venceremos.


Ay hep çok güzeldir
Babamın yüzünü anımsıyorum
Duvarda bir oyuk gibi
Çamurlanmış çarşaflar
Yer toprak döşeme.
Anam çalışırdı gece gündüz
Ağlamalar çığlıklara karışır
Bir melekle bir olur bir şeytanla
Bir de hiç doğmayacak oğluyla,
Mumlar hiç sönmeden yanar durur
Tutunacak dalı olmalı insanın
Nerden bulunacak para
İnancı karşılayacak para.
Hiç anımsamam gökten
Görkemli bir hasadın indiğini
Ne de anamın gördüğünü
bir gün yüzü.
Ne de babamın bir gün olsun
Kafayı çekmediğini.
Yoksulları hep korkuturlar
Hepsi içine atar çektiklerini
ermiş resimleriyle örter sefaletini.
Ay hep çok güzeldir
Ve güneş hep batar akşamları
Bundandır haykırmak istediğim
İnanmıyorum hiçbir şeye
Elinin sıcaklığından gayri,
Elimi tuttuğunda,
Bundandır haykırmak istediğim
İnanmam hiçbir şeye
İnsanlar arasındaki.
Sevdadan gayri.
Kim susturabilir çarpmasını
Bir yüreğin
Ya da haykırışını bir kadının
Çocuğunu doğururken?
Kim?


Seni anımsarım Amanda
Seni anımsarım Amanda
Islak sokaklarda
Fabrikaya koşarken
Manuel'in çalıştığı yere.
Yüzünde kocaman gülüşün
Saçlarında yağmur damlaları
Umurunda değil hiçbir şey
Buluşmaya gidiyorsun
Onunla, onunla, onunla
Beş dakikacık
Sonsuz bir yaşam
Bu beş dakikacık
Düdüğü çalıyor fabrikanın
İşbaşı saati
Ve sen yürüyorsun
ışık saçarak dört yana
Bu beş dakikacık
Açıyorsun bir çiçek gibi
Seni anımsarım Amanda
Islak sokaklarda
Fabrikaya koşarken
Manuel'in çalıştığı yere.
Yüzünde kocaman gülüşün
Saçlarında yağmur damlaları
Umurunda değil hiçbir şey
Buluşmaya gidiyorsun onunla
Onunla, onunla, onunla.
Dağlara çıkan onunla
Kimsenin kılına dokunmamış
Ve beş dakikacık
Yetmiş alaşağı etmeye her şeyi
Düdüğü çalıyor fabrikanın
Herkes iş başına
Çoğu geri dönmüyor
Dönmeyenlerden Manuel.
Seni anımsarım Amanda
Islak sokaklarda
Fabrikaya koşarken
Manuel'in çalıştığı yere.


İşe giderken yolda
Sen düşersin aklıma
Mahallenin sokaklarında
Sen düşersin aklıma
Buğulanmış camlardan
Yüzleri seçtiğimde
Kim olduklarını, nereye gittiklerini bilmeden
Sen düşersin aklıma
Sevdiceğim, sen düşersin aklıma
Sen, yoldaşım benim
Yaşamının ve geleceğimin
Kederli saatlerimin ve mutlulğumun
Bana bağışlanan yaşamın
yoldaşı olan sen.
Bir öykünün başlangıcına emek vererek
Daha sonunu bilmeden
Günün sona erip de
Akşam çöktüğünde
Uzadığında gölgeler
Yeni çattığımız çatının üzerinde
Ve işten dönerken
Kendi aramızda söyleşerek
Akıl yürüterek sorunlar üstüne
Zamanımız ve yazgımız üstüne
Zamanımız ve yazgımız üstüne
Sen düşersin aklıma
Sevdiceğim, sen düşersin aklıma
Sen, yoldaşım benim
Yaşamımın ve geleceğimin
Kederli saatlerimin ve mutluluğumun
Bana bağışlanan yaşamın
yoldaşı olan sen.
Bir öykünün başlangıcına emek vererek
Daha sonunu bilmeden.
Evevardığımda
Seni orada bulurum
Birlikte öreriz düşlerimizi
Bir öykünün başlangıcına emek vererek
Daha sonunu bilmeden.


Güvercinim
Güvercinim sana yapayalnız olduğumu anlatmak istiyorum, seni sevdiğimi
Güvercinim sana yapayalnız olduğumu anlatmak istiyorum, seni sevdiğimi
Ömrümün tükendiğini, bunca uzakta olduğundan
Güvercinim görmek isterim seni
Aklıma düşen her anıyla ağlarım kendimi nice tutsam bile
Aklıma düşen her anıyla ağlarım kendimi nice tutsam bile
Ağlarım öfkemi dışa kuşarak, ama ta derinlere yerleşmiş öfkemi
Güvercinim görmek isterim seni
Ceviz ağacının gövdesi gibi, tepedeki kayalar gibi
Ceviz ağacının gövdesi gibi, tepedeki kayalar gibi
Doğru yolunda giden adam adam sırasına girer
Güvercinim görmek isterim sen
Beni karanlığa atanlar söküp aldı ruhumu bedenimden
Beni karanlığa atanlar söküp aldı ruhumu bedenimden
Dönüp dönüp dışarı yönelmeli, içimizi korumak istersek
Güvercinim görmek isterim seni

13 Ekim 2013 Pazar

Şiir Atlası III

Prof Cevat Çapan hocamın "Şiir Atlası" köşesini yayınlamaya devam ( I // II )


'İngiliz yüreği, dilsiz bir mezardır'

CEVAT ÇAPAN


11.09.2003

İbrahim Abdu'l Fattah Tukan (1905-1942), Filistin halkının bağımsızlığı için savaşım veren aydınların başında gelen şairlerden biridir. Divan sahibidir. Geleneksel Arap şiirinin ustalarından olduğu gibi, çağdaş Arap şiirinin de önemli ustalarından sayılır. İngiliz emperyalizmine karşı verdiği savaşımla ünlenmiştir.

17 Haziran 1930 Salı günü, üç Filistinli Arap, İngiliz emperyalistlerince asılır Fuat Hicazi, Muhammed Camcum ve Ata al-Zir. İbrahim Abdu'l Fattah Tukan, bu olayı ''Kanlı Salı'' adlı şiirinde yansıtmıştır. O günleri anlatan İbrahim al-Raheb, şunları yazıyor ''Bu üç yurtsever şehit, ardı ardına, birer saat arayla, her saat başı, üç saat içinde asıldılar. Filistin camilerinin minarelerinden, sâlâ veren müezzinlerin 'Allahû Akbar' sesleri, bir çığlık gibi yükselirken, aynı anda ve aynı yerde, kiliselerin çanları büyük bir gürültü çıkarıyordu. Bu, Filistin halkının, üç şehitlerinin arkasından, tam bir dayanışma ve ulusal birlik içinde olduğunu yansıtırken, İngilizlerin siyonistleri koruyacağını ve savaşı sürdüreceğini duyurmak anlamına geliyordu.''
On gün sonra, Nablus'ta, Al-Nacan Ulusal Okulu'nda, üç şehit için büyük bir anma töreni yapıldı. O gün, Tukan'ın bacısı Fadva, İbrahim'in Kanlı Salı şiirini okudu.

İbrahim Abdu'l Fattah Tukan/Şiirler / Çeviren Vecihi Timuroğlu

KANLI SALI
Uğursuz yıldız göründüğünde,
Sallandı kementlerde başlar,
Çanlar çaldı, ezanlar yükseldi
Filistin'in her köşe bucağında,
Gün kaşlarını çatıp giderken,
Gecenin karanlığı bastırdı,
Güllerin hüznü ve çığlığı
Doruğa çıktı ve bizim yerlerde
Yalnız ve yalnız ölüm gezindi.
Zaman geriye dönüyor gibiydi,
Devinimsizlik, kulluktu bize.
Tarih tanığımızdır, halkın
Sessizliği, şevk ile benimsenmiş görünüyor.
Savaşın, kulluğu kaldırmak için,
Özgürlüğün ülkesini köleleştirenler,
Hak ederler köleliği ve kulluğu.
***
Solgun bakışlı gün ileri geldi,
Solgun ve yorgun gün,
Eşi görülmemiş zulümlere tanıklık etti.
Öyle acıydı ki, o günü,
Kıyamet günü diye düşündüm.
***
Yakarıp ağlamak yararsız,
Bu, taştan merhamet dilemekle eştir.
Bazı taşlarla çeşmeler yapılır,
İngiliz yüreği, dilsiz bir mezardır.


ÜÇ SAAT
****


FUAT HİCAZİ'NİN SAATİ

Üç yiğitlik saatinde
Kahramanca savaşan babaların
Yurtları uğruna kanlarını akıtanların
Kutsal bir davanın sembolü olarak
İlk doğan benim
Ölümümü unutmayın
****


İKİNCİ SAAT MUHAMMET CAMCUM.

Ben inatçı savaşçıların saatiyim
Onur veren kutsanmış büyük edimlerin saati
Büyük onurlar yaşadım yoldaşlarımla
Muhammet'in ruhuna andiçtik
Onun yoluna ve yüksek adına
Özveriyle yükselteceğimize değerlerini ve bayrağını
Uğruna şehitlikten kaçmak ahlaksızlıktır
****


ÜÇÜNCÜ SAAT ATA AL-ZİR.

Özenli ve çalışkan saatiyim
ve de direncin saati
Direnen insanların akan kanlarını
Durdurma saati
Ölümün yüzünde yiğitlik
...
Senin adına andolsun Ata
Tanrı'nın uçmağı adına
Gençlerin gözyaşları adına
Yurdumuzu aslanlar gibi koruyacağımıza


FEDAİ

Sormayın Fedai'nin kurtuluşunu.
Onun canı avucundadır.
Onun savaşım coşkusu,
Ona bir kefen vermiş ve bir başyastığı.
Yüreği sevgiyle doludur
ve acılı ülkesi için yiğitlikle.
Sessiz, ama onurla bunu bekler.
O söyleyecek sözcükleri, yakacak
Yurdumuzun düşmanlarını ateşiyle.
Sessiz, ama sağlam, ölüm korkusu,
Tufanlar, onu durduramaz.
Onun yiğitliği, senden daha büyüktür.
İbrahim Abdu'l Fattah-Tukan, 1924'te, Beyrut'ta, Amerikan Üniversitesi Hastahanesi'nde, mide ülserinden dolayı yattı. O sırada, bir hemşireye âşık oldu. Onun için şiirler yazdı. 1926'da, İbrahim'le hemşire M. S.'nin ilişkisi duyulunca, Beyrut'ta kıyamet koptu.
İbrahim'in arkadaşı Ömer Faruk, Bayan M.S.'yi şöyle anlatıyor ''O, güzel değildi, ama albenili bir esmerdi. Geleceğe yönelik sözleri dikkate değerdi.''
Tukan, bir şiirinde, onu şöyle anlatıyor
O, kitaplığa geldi,
Hilesiz güzelliğiyle.
Bu sabah gördüm onu,
Parlak bir yıldız gibi baktı.
Dikkatle okuyor ve yazıyordu.
Çok yakınımdaydı, soluğum kesildi,
Kalbim kendiliğinden durdu.


ZAFER ŞARKISI

Robin'e
Ah Robin, sen Shakespeare'i oku.
En iyisini gerçekleştirerek bir sanat sultanının,
Shakespeare'in düşüncesini, en iyi sen bileceksin.
Shylock'un (1) ırası kanıt, ama yazık ki,
Shakespeare'in halkı, o büyük adamın
Bir zamanlar ne söylediğini unutmuş.
Sen, sanatın kanıtları, dünyanın kirini
Her kabı ve kazanı kaynatıyorsun.
Şaşırtıcıdır, en büyük gücü araştıracaksın.
Ah Yahuda, senin için barış yok,
yok Sholam, yok!
(1) Shylock, Shakespeare'in Venedik Taciri adlı oyunundaki Yahudi tüccar adı. Tefeci, cimri, amansız alacaklı karşılığında kullanılır.

27 Nisan 2013 Cumartesi

İngiliz Filoljisinin ilk eğitim kadrosundaydı


( 14.06.2007 tarihli Cumhuriyet Kitap ekinde karşıma çıktı bu yazı, tanımayan bilmeyenler için hoş olabilir. )

Tatyana Moran, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nin İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümünün, eski adıyla İngiliz Filolojisi'nin ilk eğitim kadrosunun da hayattaki son temsilcisiydi.

Cüneyt AKALIN

Tatyana Moran'ı 26 Mayıs 2007 günü sonsuzluğa uğurladık... İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nün, eski adıyla İngiliz Filolojisi'nin ilk eğitim kadrosunun hayattaki son temsilcisi,Cumhuriyetimizin seçkin hocalarından Halide Edip'lerin, Ahmet Hamdi Tanpınar'ların, Prof .Vahit Turan'ın, Prof. Berna Moran'ın, Prof. Mina Urgan'ın yakın çalışma arkadaşı, Prof. Akşit Göktürk'ün ve Edabiyat Fakültesi'nde görev yapan birçok değerli öğretim üyesinin hocasıydı.

YAŞAMINDAN KESİTLER

Sovyet Devrimi'nin ardından 1920'de Kırım'dan kaçarak Türkiye'ye sığınan bir Rus mühendisin kızıdır. Un değirmenleri uzmanı mühendis Sokolsy'nin ülkenin sıkıntılı ortamında birkaç değirmeni devreye sokmayı başarması ailenin İstanbul'a yerleşme sürecini hızlandırdı. Tatyana ortaöğrenimini İstanbul Dame-de-Sion Lisesinde tamamladıktan sonra çıktığı yurtdışından Türkiye'ye dönüşünde bir yandan Tan ve Cumhuriyet'te çalışırken bir yandan da İngiliz Edebiyatı bölümünü tamamlar ve akademik yaşama başlar. Berna Moran'la o yıllarda tanışır, evlenir. Tatyana Moran 1980 başında emekli olana kadar Edebiyat Fakültesi'nde görev yaptı. Aziz Nesin'in önderlik ettiği 12 Eylül'ün ünlü "Aydınlar Dilekçesi"nin imzacılarından olan Tanya 12 Eylül Yönetimi'nin ardından soğuduğu üniversiteden kopmak için emekliliğini istedi.

TATYANA'DAN KİŞİSEL ANILAR

Tanya'yı sizlere anılardan yola çıkarak anlatmaya çalışacağım. Bu anılar kişisel gibi görünse de yalnızca bana ait olan şeyler değildir, Ortak Bellek'in parçalarıdır. Aslında, burada birçok dostun adına konuştuğuma eminim. Tatyana Moran'ı 68'li yıllarda tanıdım. Ortak bir dostumuzla birlikte Moran'ları Moda'daki evinde ziyarete gittik. Evi görmüş olanlar bilirler; duvarlar kitaplarla kaplıdır; rahat, temiz, ciddi bir ortam eve hakimdir. Moran çifti ve evle ilgili en başta söylenmesi gereken, konuklarına gösterdikleri nezaket ve içtenlikti. Berna ve Tatyana Moran sıcak, dostça bir hava yaratıyorlardı. Önceleri evsahiplerinin kocaman ünvanlarından çekindiğim için ölçülü davranmaya özen gösterdiğim o evde, bir süre sonra kendimi rahat hissettiğimi fark ettim. Bir süre sonra ben de havaya girdim, kendisine Tanya diye hitap etmeye başladım. Bir başkası için kullanmaya cesaret edemeyeceğim bu ifadeden Tanya hiç de şikâyetçi görünmüyordu. İkinci husus, Tanya'nın konukseverliğidir. Tanya konukları ağırlamaya özen gösterir, her seferinde bu ikramı elleriyle yapardı. Annemden on yaş yaşlı birisinin böyle davranması beni tedirgin ediyordu ama yapacak bir şey yoktu. Buna yatağa düştüğü son bir yıla kadar özen gösterdi. O kadar ki koltuktan kalkmakta zorlandığı durumlarda elini uzatır, ayağa kalkmasına yardımcı olmamızı gözleri ile ister, sonra iki ayağının üzerine dikilince mutfağın yolunu tutardı. İçinde yaşadığımız toplumda o düzeyde bir nezaketi başkalarından gördüğümü hatırlamıyorum. Filmlerde gördüğümüz, romanlarda okuduğumuz sahneleri çağrıştıran o sahneleri Tanya'nın gösteriş için yapmadığı açıktı. Buna gerek yoktu zaten. Üçüncü gözlem, çevresine gösterdiği ilgidir. Herkesi sorar, ayrıntıları irdeler, ancak bunu yaparken nezaketi elden bırakmaz, kimsenin gırtlağına basmazdı. Dördüncü husus, hayata bağlılığıdır. Ben hayata bu kadar bağlı bir insan az gördüm. Yaşama sıkı sıkıya sarılmıştı. Karamsarlığa hiç kapılmadı, umutsuzluk nedir bilmedi. Zayıf bünyesinin yol açtığı sağlık sorunları ve çevrede oup bitenler sürekli homurdanmasına neden oluyordu ama bu onda bir kötümserlik yaratmıyordu. 90'lı yaşında hep ileriye baktı. Son ana kadar giyimine kuşamına özen gösterdi. Kaderci miydi, olayları olduğu gibi kabul mü ediyordu? Berna Bey'i ardından Mîna Hanımı, yakın arkadaşı Füreya'yı, komşusu Orhan Firuz'u, Ferit'in eşi Tanyeri'yi ve ötekileri yitirmek onu sarstı ama acıları içine atmayı bildi, kendini hiç bırakmadı. Şöyle ya da böyle hayat devam ediyordu.Bunlar kişisel anılar, bir de Tanya'nın kimliği var:

ORTAK BELLEK'TE TANYA

Adı üzerinde Tanya Rus kökenliydi. Rus ana-babanın, mühendis Leon Sokolsky'nin kızıydı. Sokolsy 1920'lerin Rusya'sında Menşeviklerle birlikte hareket edince ve Bolevikler iç savaşı kazanarak Kırım'a ulaşınca, aile, başta baba Kerç'te barınamayacağını düşünmüş, Türkiye'ye kaçmaya karar vermiş. Plajdan deniz giysiler, içinde bir takaya atlayarak İstanbul'un yolunu tutmuşlar. Tatyana Rumelifeneri'ni uzaktan seçtiğinde taşıdığı duyguları zaman zaman anlatırdı. Peki Tanya ne kadar Türktü, neler hissediyordu? Şimdilerde çok moda, özellikle gençler etnik kökenini araştırıyor. Göçmen ailenin özellikle babanın mühendislik yetileri sayesinde kısa sürede toplumda bir yer edindiğini, bunun ailenin Türkiye'ye yerleşmesini kolaylaştırdığını biliyoruz. Ama bu kadarı bir toplumu benimsemek için yeterli midir? Bir kimliği edinmek, insani sıcaklığı, benimsemeyi gerektirmez mi? Bakın Tanya "Dün Bugün"de ailenin yaptığı seçimi nasıl anlatıyor: "Bolşeviklerden kaçıp Türkiye'ye sığınmış olan Beyaz Rusların çoğunun bir tek amacı vardı. Amerika veya Batı Avrupa'ya yerleşmek. Bunun için sürekli vize peşinde koşarlardı. Ve vizeleri beklerken kimi lokanta kimi gece kulübü kimi pastane açardı. Birkaçı ise Türkiye'ye yerleşip burada yaşamakta kararlı idi. Ona Amerika, Belçika, Fransa gibi ülkelerden iş teklifleri gelmişti. Hiçbirini kabul etmedi. ...Kendisini Batılılardan çok Türklere yakın hissediyordu.... Mustafa Kemal'e de özel bir hayranlığı vardı. (Dün, Bugün, s. 32) Kanımca babasının ağzından dile getirdiği bu değerler, Tanya'nın da duygularını ifade ediyor. Tanya Belçika'dan başlayan, Afrika'dan devam eden, Amerika'lara uzanan bir kozmopolit serüvenden sonra İstanbul'a gelmiş ve burada yerleşmişti. Buna burada kök salmak da denebilir. Bu seçimi yapan kişi 30'lu yıllarda pekâlâ Moskova'ya dönebilir, orada kendine bir yaşam kurabilirdi. Menşevik babasının Bolşeviklerle sorunları olmuştu ama ailenin öteki kolu Bolşeviklerle ilişkiyi sürdürmüştü. Lunaçerski'nin aileyi Moskova'ya çağırdığını bizzat Tanya söylemişti. O olanaklara sahip olan bir kişinin burada "kök salmaya" karar vermiş olması kuşkusuz anlamlıdır. Bundan önceki Rus başkonsolosu seçkin bir diplomattı. Babası Sahalin'lere sürgüne yollanan bir Stalinzede imiş. Tanya'dan söz ettim. Çok tanışmak istedi. Tanya'ya söyledim, tepki göstermedi, yanıt da vermedi. Sanki duymazlıktan gelmişti; Bundan şu çıkıyor: Rus kökenli ailesi ile ilişkilerini sürdürdü onlardan kopmadı ama "siyasal Rus toplumu"ndan kopmuştu. Cumhuriyet gazetesinde Moskova muhabiri Hakan Aksay'ın Tanya'ya anlatırken "Türkleşmiş Ruslar" ifadesini kullanması bence kaba bir ifadedir. Açık olan şudur: Tanya örnek bir Cumhuriyet yurttaşıydı. Ortak Bellek'i yaratan anıların ikinci boyutu Tanya'nın toplumsal aidiyetidir. Tanya Cumhuriyet'in eşitlik, özgürlük, dayanışma ülküsüne bağlıydı. Emekten yanaydı. Tanya solcu bir aydındı. Bu konuda netti. Tutumunu hiç değiştirmedi. Sovyetler'in dağılması vb. onu etkilemedi. Sovyet tarzı bir rejim, aslında gönlündeki aslan değildi ancak belli çevrelerin Sovyetler'e saldırdığı Soğuk Savaş ortamında eleştirilerinde ölçülü olmaya dikkat etti. Dünyaya hep ilerleme penceresinden baktı. Gericilere kızdı, onlarla arasına hep mesafe koydu. Solcu dostlarından sitayişle söz etti; kafasına bir şey takıldığında telefonu açıp onlarla uzun uzadıya dertleşirdi. Burada "Aziz" diye çağırdığı Azin Nesin'in o dünyada özel bir yer işgal ettiğini belirtmeliyim. Kimliğinin bir başka boyutu üniversiteye bağlılıktır. Üniversiteyi önemsedi, daha iyi olması için kafa yordu, mücadele verdi. Tam bir aydınlanmacı bakışıyla bakıyordu üniversiteye. Genç kuşakları ilerletmenin tek yolu eğitim-öğretimdi. Gençlere sabırla en iyisini öğretmek gerekiyordu. Berna Bey'le birlikte kalkıştığı Erzurum Atatürk Üniversitesi macerası bir ara nameydi; onun yeri İÜ Edebiyat Fakültesi idi. Burada kendini evinde hissediyordu. Burada birkaç yıl önce verdiği bir "Chaucer dersi" dostlarınının ağzındadır. Gençler çok mutlu olmuşlar. Bir büyüğün fakülteye sahip çıkması, 90'lı yaşlarında tekrar öğrencilerle birlikte olmak istemesi az şey midir? Tanya örnek bir aydındı. Dikkatle okur, düşüncelerini paylaşır, israrla inatla tartışırdı. Parlak, çok yönlü bir entelektüeldi. Bunun ailesel temelleri olduğu anlaşılıyor. Babasının bir Tolstoy hayranı olduğunu üç kızına da Tolstoy'un kızlarının adını verdiğini, en büyükleri Tatyana'yı Aleksandra (Şuşa) ve Nataşa'nın izlediğini anılarından öğreniyoruz. Bu sağlam temelde gelişen ve İÜ Edebiyat Fakültesi gibi bir ortamda süren entelektüel yaşamda emekliliğin söz konusu olmadığının ayırdındaydı. Sürekli okuyordu. Klasiklere zaten hâkimdi, öte yandan, ne yapıp edip güncelin gerisinde kalmamaya da çalıyordu. Burada bir parantez açmak istiyorum: Tatyana Moran'ın entelektüel faaliyetlerini sürdürdüğü, lupla okuyup, dikte ederek yazı yazdırdığı son döneme ilişkin bir anımı aktaracağım. Bunu tarihe bir not düşmek adına yapıyorum. Tatyana Moran son bir yıldan önceki dönemde, her ziyarete gittiğimizde ısrarla Orhan Pamuk'u eleştiriyordu. Kişisel olarak tanıştığı, bir dönem görüştüğü bir kişi olan Orhan Pamuk'un son romanı Kar'ı hiç beğenmediğini ifade ediyor, bir eleştiri yazmak istediğinden ama bunu yayımlatmanın güç olacağından dem vuruyordu. Hatta eşim romanı henüz okumadığını söyleyince, "boşuna para harcama, ben sana vereyim" dediğini hatırlıyorum.Yazarın siyasi tavrını da ağır bir şekilde eleştiriyordu. Tanya alçakgönüllüydü. Kendini öne çıkarmazdı, kendinden fazla söz etmezdi. Yakın dostu Mîna Urgan'ın anıları çok ilgi görünce çevresi onu yazmaya zorladı. Gerçekten de renkli hayatı hepimizin ilgisini çekiyordu, anılarını toplumla paylaşması gerektiğine içtenlikle inanıyorduk. Anları "Dün Bugün" adıyla 2000'de İletişim Yayınları tarafından basıldı. Kitabın yayımının ardından kendisi ile yaptığım söyleşide bu soruyu yöneltmişim: - Neden bu kadar beklediniz yazmak için?- Aslında yazmayı hiç düşünmüyordum. Ben bir dil uzmanıyım. O konularda yoğunlaştım. Yazmak aklıma bile gelmedi. Üstüme düşmeselerdi yapmazdım bunu. ( 3 Ağustos 2000, Cumhuriyet Kitap Eki)İyi ki üzerine gitmişiz. "Dün Bugün bizleri yarına taşıyor

SONUÇ:

Alçakgönüllülüğü, ciddiyeti, medeni cesareti, ilkeliliği ile tanınan, dostumuz ve büyüğümüz Tatyana Moran çok sevdiği İstanbul'un Kadıköy-Moda semtinde hayata gözlerini yumduğunda 97 yaşındaydı. Her ölüm biraz erken ölümdür. Tatyana'ya doyamadık; bir de son yıl olmasaydı.... Eve, giderek de yatağa mahkûm olmak hiç hoşuna gitmemiş, yaşama azmi zayıflamış, eve olan güçlü hâkimiyetini yitirmiş, bakıcısına tabi bir yaşam sürmeye başlamıştı. Entelektüel yaşamı çöküntüye uğramıştı. Ölüm böyle bir şey demek ki....

14 Ocak 2013 Pazartesi

Şiir Atlası II


Daha önce yayınladığım yazıda hocamın "Şiir Atlası" köşesinden eski yazılarını ekleyeceğimden bahsetmiştim, şimdi ikincisiyle devam ediyorum. 


17.03.2005


Geoffrey Chaucer/ Şiirler/ Çevirenler: Nazmi Ağıl yönetimindeki Ege Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü 3'üncü Sınıf "Chaucer" dersi öğrencileri

Cevat Çapan Şiir Atlası


'Gözlerin öldürecek beni aniden'

GEOFFREY CHAUCER İngiliz edebiyatının babası.14 ncü yüzyılda İngiltere'de yaşadı. Elçilik ve gümrük memurluğu görevlerinde bulundu. Latince ya da Fransızca yazmanın moda olduğu dönemde İngilizceyle yazdığı, bir hac yolculuğu sırasında hacı adaylarının anlattıklarını konu alan ve gerçekçi yönüyle dikkat çeken Canterbury Hikâyeleri ile önemli bir çıkış yaptı. Aşağıda onun kısa şiirlerinden bir demet sunuyoruz.

İNSAFSIZ GÜZEL

I
Gözlerin öldürecek beni aniden,
Ulaşamadım onların güzelliğine,
Yaraladılar kalbimi derinden.
Ama senin sözlerin dindirebilir yine,
Acısını kalbimin, hâlâ tazeyken.
Gözlerin öldürecek beni aniden,
Ulaşamadım onların güzelliğine.
Namusum üstüne işte sana yemin,
Yaşadıkça ve ölünce de seveceğim seni,
Ölümüm doğrulayacak gör bu gerçeği.
Gözlerin öldürecek beni aniden,
Ulaşamadım onların güzelliğine,
Yaraladılar kalbimi derinden.

II
Güzelliğin kalbinden şefkati kovmuş senin,
Öyle ki şikâyet fayda getirmez bana,
Merhametini esir almış Kibrin.
Yok yere ölümü reva gördü bana;
Doğruyu söylüyorum, ne gerek var yalana,
Güzelliğin kalbinden şefkati kovmuş senin,
Öyle ki şikâyet fayda getirmez bana,
Heyhat, Doğa sende öyle bir 
Güzelik yaratmış ki, merhametine 
Erişemez kimseler, yansa yakılsa bile,
Güzelliğin kalbinden şefkati kovmuş senin,
Öyle ki şikâyet fayda getirmez bana,

III
Aşktan kaçtığım için böyle göbeklendim ben,
Zindanında kalarak kalamam deri kemik,
Ama işte özgürüm, vermem ona metelik.
Cevap verebilir o, öyle der ya da böyle,
Umurumdaydı sanki, söylerim ben gerçeği:
Aşktan kaçtığım için böyle göbeklendim ben,
Zindanında kalarak kalamam deri kemik.
Aşk onun defterinden sildi benim adımı,
Ben de onun adını çıkardım kitabımdan,
Hem de ta sonsuza dek, yok bunun başka yolu.
Aşktan kaçtığım için böyle göbeklendim ben,
Zindanında kalarak kalamam deri kemik,
Ama işte özgürüm, vermem ona metelik.

ROSEMOUND'A
Hanımefendi, siz dünyayı saran
Tüm güzelliklerin merkezi, mabedisiniz,
Kristal görkemiyle ışıldarsınız her an,
Ve birer yakut toptur yanaklarınız.
Öyle de neşeli, öyle şensiniz ki,
Bir şenlikte dans ederken gördüm de sizi,
Merhem oldunuz gönül yarama,
Bir merhabayı çok görseniz bile bana.
Aksa da göz yaşım sular seller gibi,
Sanmayın yıkılır kalbim acıdan,
Ah, nasıl minik minnacık sesiniz,
Mutlulukla aşkla doldurdu içimi,
Saygıyla çekildim, teslim oldum aşka,
Kendi kendime dedim ki bir itiraf anında,
"İstemem başka bir şey, sizi seviyorum ya,
Bir merhabayı çok görseniz bile bana.
"Turna balığı yuvarlanmadı sosta,
Benim yuvarlandığım kadar aşkın içinde.
Bu yüzden sı sık kendime bakıyorum da,
Diyorum Tristram'dan sonra ben varım aşkta.
Çünkü ne soğur, ne söner benim sevdam,
Seve seve yanarım aşk ateşi içinde,
Ne dilerseniz yapın, kölenizim daima,
Bir merhabayı çok görseniz bile bana.


SADAKATSİZ KADINLARA KARŞI
Hanımefendi sizin şıpsevdiliğiniz yüzünden
Pek çok kulunuz rezil rüsva oldu.
Affımı rica ediyorum sadakatsizliğinizden,
Biliyorum çünkü ömrünüz oldukça
Sevip altı ay kalamazsınız aynı yerde.
Öyle düşkünsünüz ki yeni olan her şeye,
Mavide oyanlanmaz, koşarsınız yeşile.
Bir aynadan daha etkileyici ne var?
Ama hepsi görüntü, geldiği gibi gider,
Sizin aşkınız da öyle, kanıtı işleriniz,
Şuncacık sadakatin yeri yok kalbinizde,
Tıpkı bir rüzgârgülü, her yöne dönersiniz,
Her rüzgâra meyledip, bu açıkça böyle,
Mavide oyalanmaz, koşarsınız yeşile.
Elinize su dökemez doğrusu kimse,
Dalyda, Creseyde ne de Candace,
Kim değişebilir ki her an sizin gibi?
Kalbinizden silemez kimse bu özelliği,
Bir âşık kovulurken ikisi koşar size,
Hafifsiniz yaz gibi, hani ya anlarsınız,
Mavide oyalanmaz, koşarsınız yeşile.

ATASÖZLERİ

1.
Bunca giysi ne böyle,
Hey, bu yaz gününde?-
Şiddetli sıcaktan sonra soğuk gelir;
Paltosunu çöpe atmaz hiç kimse.

2.
Sarsam da tüm dünyayı,
Kucağımda ne kalır?
"En çok"a göz dikenler,
Doğrusu, "En az" alır.

CHAUCER'IN PARA KESESİNE SİTEMİ
Ey para kesem size, -hem başka kime olsun?
Size sitem ediyorum, muhterem leydimsiniz,
Neden sanki o kadar hafiflediniz?
Öyle çok üzüldüm ki, soldu yüzümün rengi,
Ölü diye tabuta koysalar yeridir beni.
Merhametinize sığınıp bu yüzden yalvarıyorum,
Yeniden şişmanlayın yoksa ben ölüyorum.
Ne olursunuz, lütfen, bu gün veya bu gece
İşiteyim o şen, o şakrak sesinizi,
Ya da güneşe benzeyen yüzünüzün 
O altın sarısı pırıl pırıl rengini.
Hayat demek siz demek, siz kalbimin dümeni,
Mutluluk kaynağımsınız, yalvarıyorum,
Yeniden şişmanlayın yoksa ben ölüyorum.
Ey sevgili kesem, hayatımın ışığı,
Ömrüm olduğu sürece tek koruyucum,
Ne olursunuz kurtarın beni bu dertten.
Hazinedarım olmak istemezsiniz gerçi,
Papazın keli kadar çıplağım biliyorum.
Yine de merhametinize sığınıp diliyorum,
Yeniden şişmanlayın yoksa ben ölüyorum.

İTHAF
Ey Brutus ülkesinin fatihi
Asaletiyle, halkının seçimiyle kral!
Bu dizeler senin için yazıldı, al,
Madem inayetinle her eksik olur tamam,
Dilerim huzurundan boş dönmez bu ricam.

CHAUCER'IN KÂTİBİ ADAM'A VERYANSINI
Kâtip Adam olur da bir gün,
Boece ya da Troilus'u yeniden yazarsan,
Uzun buklelerinin altında uyuz olasın, emi!
Ama doğru dürüst yazmayı öğrenmen gerek önce.
Günde kaç kez ele alıyorum yaptığın işi?
Düzeltiyor, siliyor, kazıyorum:
Aceleciliğin ve ihmalciliğin yüzünden hepsi.

CHAUCER'IN KEHANETİ
Papazlar yeminlerini tutmaz olunca,
Efendiler Tanrı'nın kanunlarını
Doğruluğun karşısına koyunca,
Gizli bir haz kaynağı olunca Şehvet,
Bedava alışveriş sayılınca Soygun,
İşte o zaman kötülükten korkun!
İşte o gün İngiltere topraklarında,
Karmaşa baş gösterecek,
Bir dönemde nasıl olduysa.
"Kutsal Meryem! İngiltere için dua et"
Deyişi gibi Canterbury'li Thomas'ın:
Ey sevgili İsa! Cennetin Kralı,
Tüm varlıkların en iyi, en adaletli olanı,
Bu acıklı halden çek, kurtar bizi,
Ve sana ulaştır yollarımızı.