victorian period etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
victorian period etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Nisan 2014 Perşembe

19.yüzyıl İngiltere kronolojisi

The Penguin History of Literature serisini The Victorians (ed. Arthur Pollard, 1993) isimli 6.cildinden alıntıladığım bu tablo, 19.yüzyıl İngiltere'si üzerine çalışan, Viktoriya dönemi hakkında bilgi sahibi olmak isteyenlere yardımcı olabilecek ve derli toplu bir çerçeve çiziyor.














not: Tarayıcım bir türlü çalışmadığından fotoğraflar halinde ekliyorum, fakat yakın zamanda .pdf halini de ekleyeceğim. 

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Victoria Çağı'nın Modern yazarı: Matthew Arnold

Matthew Arnold, "Public School" (Halk Okulu) denilen ama halk çocukları için değil de seçkinlere yönelik olan okullardan Rugby'nin ünlü başöğretmeni Dr. Thomas Arnold'un dokuz çocuğunun en büyüğü olarak 1822'de dünyaya geldi. Babasının müdürlüğü altında okuduğu Rugby'den mezun olduktan sonra Oxford'da gönderildi. Burayla ilişkisi hiç kesilmedi; öğrenciliğinden sonra da öğretmen olarak kaldı. 

Eğitime ve kültüre çok büyük önem veriyordu. Sürekli makale ve kitap yayınlıyor, bir yandan okul müfettişliği yapıyor, bir yandan okulda dersler veriyor öğrenciler için sınavlar hazırlıyordu. Çok yoğun bir tempoyla çalışan Arnold hepimize enerjisiyle örnek olacak bir modeldi. 

Arnold hiç radikal durmamakla birlikte tam bir demokrasi yanlısıydı. Kendisine "a liberal of the future" (geleceğin liberali) derdi. İngiltere halkın bütünü değil de ancak yüksek sınıflar yönettiği için İngiltere'de tam bir demokrasinin varlığından söz edilemeyeceğini söylüyordu; demokrasinin "Avrupa'nın gelişmekte olan güç"ü olduğunu söylemekten de geri durmuyordu. 

Eski Yunanca ve Latince bilmiyordu ama İtalyanca, Almanca ve Fransızca'yı mükemmele yakın bir düzeyde biliyor, bu dillerde yazılmış metinleri okuyup incelemeler yapıyordu. Klasikler dediğimiz Latin ve Yunan eserlerine olan ilgisini yazdığı şiirlerden görebilir.

Culture and Anarchy'de (Kültür ve Anarşi) belirttiği gibi, Arnold açısından asıl önemli olan, soyut bir kavram olarak ulusal özgürlük değil; bir milletin hangi yüce amaçlara yönetmek uğruna, hangi olumlu eylemleri yapmak uğruna, hangi doğru düşünceleri dile getirmek uğruna özgürlük istediğidir. 

Arnold açısından kötü olan şey çağdaşlarının kültürel değerleri umursamamalarıdır. Arnold onları ahlakız ve bencil olmakla değil; dar kafalı ve kültürsüz olmakla suçlar. Bunu yaparken de mantıklı, serinkanlı ve ölçülü bir dil kullanır. 

Culture and Anarchy'de İngiliz toplumunu üç gruba böler:
1. Aristocracy (Aristokrasi) : barbarians (barbarlar)
2. Middle Class (Orta sınıf/Burjuva) : philistines (Philistine'lar)
3. Working Class (işçi sınıfı) : populace (ayaktakımı) 
Aristokrat sınıfına barbar demesinin sebebi onların sadece avlanmak ve spor yapmakla ilgilenmeleri, kültürle hiç alakalarının olmamasıdır. 

Orta sınıfın kültür, sanat ve düşünceden anlamamakla kalmadıklarını bir de buna düşman olduklarını söylüyor; tek dertleri para para para diyor. Burjuva için seçtiği Philistine lafını ırkçı olduğundan falan kullanmıyor; Kutsal Kitap'da Philistine'er "the children of light" diye bahsedilen İsrail'lilere tek karşı savaşan ilkel bir kabiledir. Işık yani bilgi, ılım irfan... Orta sınıf da bilginin düşmanı olarak gözüktüğü için böyle bir sıfat bulmuştur onlar için.

İşçi sınıfına ayak takımı demesinin sebebi ise bu sınıfın orta sınıf gibi olmak istemeleri, onlara özenleri ama onlar kadar içlerinin boş olması ve bu isteklerinin onları halk olmaktan çıkartıp ayak takımı  haline getirmesidir.

Arnold İngiltere'deki herkesin bu üç gruptan illa birine dahil olduğunu söylüyor. Aslında her üçüne de dahil olduğunu düşündüğünü de şaka yollu kendisiyle dalga geçerek dile getiriyor.

Arnold "Jacobin" adını verdiği, kültürün önemini kavrayamamış olanlara da karşıdır. Çünkü bunlar, kağıt üstünden en ufak ayrıntısına kadar her şeyi planlarla ve  bunları gerçekleştirebilmek için şiddete başvururlar.

Arnold'a göre "civilization is the humanization of man in society" (uygarlık, insanın toplum içinde insanlaşmasıdır). İnsanı insanlaştıran tek şey ise kültürdür. Arnold onun için insanla kültürü özdeşleştirerek, kendi kültürlerini, yani en özlü bilgilerle en özlü düşünceleri çevrelerine yayanları "eşitliğin gerçek havarileri" (the men of culture are the true apostles of equality) sayar. 

Culture and Anarchy kitabinin "Sweetness and Light" adlı bölümünün adı, Swift'in The Battle Of The Books kitabından gelir. Swift bu kitapta Klasikleri Modern yazarlarla karşılaştırır (daha da doğrusu savaştırır). Eski yazarları arıya, yeni yazarları ise örümceğe benzetir; arılar bal ve balmumu yaparken, örümceklerin ağları hiçbir işlev görmez. Bal tatlılık, balmumu ise ışık/bilgi (balmumundan mum yapıldığını düşündüğünde mantıklı) verir. Arnold'a göre de kültürün amacı işte bu ikisini yeryüzüne egemen kılmaktır. 

Kültür "a harmonious expansion of all the powers which make the beauty and worth of human nature" (insan doğasının güzelliğini ve değerlerini oluşturan tüm güçlerin olumlu bir biçimde yaygınlaşması); din de "the greatest and the most important of the efforts by which the human race has manifested its impulse to perfect itself" (insan soyunun kendini kusursuz yapmak özlemini gerçekleştirmek uğruna gösterdiği çabaların en yücesi ve en önemlisi) olduğuna göre, dinle kültür aynı amaçları, yani tam bir erdeme ulaşmak amacının güder. Bu nedenle kültürü demokrasiyle özdeşleştirdiği gibi dinle de özdeşleştiren Arnold, kültürün dinden daha ileri gittiğini, olumlu etkilerinin dini etkisinden daha büyük olduğunu ileri sürer. 

Tanrı'nın Krallığı'nın içinde (The kingdom of God is within you) olduğunda bahseder Arnold ama onun işlevini artık kültüre devrettiğini ve kültürün seni hayvanlaşmaktan uzaklaştırdığından söz eder, onun insanlığımız için ağırbasmakta olduğu dile getirir.  

T.S. Eliot'a kalırsa, Arnold'ın kafası düşünce üretmeye elverişli olmadığından, onun görüşleri karmakarışık ve belli belirsizdir: "In philosophy and theology he was an undergraduate; in religion a Philistine". T.S. Eliot'in bu salgırısının onun sıkı sıkıya bağlı olduğu Hıristıyanlık öğretilerinin Arnold tarafından eleştirilmesidir.    

Arnold kültürün en önemli ögelerinden biri saydığı ve tüm öteki edebiyat türlerinden gerçek özünü oluşturan şiirin, meraklı bir aydın takımının elinde kalmayıp, toplumun her kesimi tarafından sevilmesini istiyordu. Arnold için şiirsiz bir kültür olmaz, kültürsüz de uygarlık, dolayısıyla insanlık olmaz. Şiirin, insanlara yaşama sevinci, yaşama gücü vermesine, onları avutmasına, onlar destek olmasına inanırdı. Arnold'a göre sanatın başlıca amacı insanları mutlu etmekti. 

Babası çok önemli ve ünlü bir dinbilimci olan Arnold'ın dinle olan fikirleri babasınınkinden epeyce farklıydı. "Dover Beach"  şiirinde de "the sea of faith" (inanç denizinin) artık çekilmekte olduğundan bahsediyordu. Dinin artık insanları doyurmadığının ve insanların birbirlerine artık sevgi yoluyla bağlandıklarından bahsediyordu. 

Arnold'a göre kültürün iki tip kaynağı vardı biri merak (curiosity) diğeri ise mükemmellik arzusu (desire for perfection). Meraktan kastı burnunu başka insanların işine sokmak olarak kullanılan o olumsuz anlam değil. Arnold'un tasvir ettiği merak, "desire after the things of the mind simply for their own sakes and for the pleasure of seeing them as they are". Yani, aklın, doğal olarak, ilgisini çekeceği sadece kendi arzuları ve zevkleri için bir şeylerle ilgilenmeleri. "See things as they are" derken de aklın tarafsız ("disinterestedness") olması gerektiğinin üstünde duruyor. Tarafsızlık ve esneklik kültürün iki genel özelliğindendir Arnold'a göre. 

Karşı olduğu şeyler arasında dönemin ekonomi politikası olan "laissez-afiare" (let them do, let them pass) serbest ekonomiye (liberal economy) karşı çıkıyordu. Bunun sosyal hayatta da yani kültür de de bu şekilde olma ihtimali onun pek hoşuna gitmiyordu. Aynı şekilde, utiliterism (faydacılık) ve radikallere de karşıydı. Dönemde paranın araç olması gerekirken amaç haline gelmesini eleştiriyordu. 

Arnold kendi yaşadığı Victoria Çağı'nın değil de ondan önce yaşanıp bitmiş olan Elizabeth Çağı'nın mükemmelliğini inanıyor. O dönemin olağanüstü ruhsal uğraşlarının (splendid spiritual efforts) olmasını hayranlıkla karşılıyor Arnold, kendi dönemindeki endüstri devriminden hiç hoşnut bir şekilde konuşmayarak.  


*

22 Mayıs 2012 Salı

Victoria Çağı için bir fezleke

Büyük Britanya'nın meşhur kraliçelerinden biri olan Victoria'nin 1837'de tahta çıkması ve seksen iki yaşındayken 1901'de ölmesiyle sonra eren XIX. yüzyılın yarısından fazlasını kapsayan bir döneme isim vermiştir. 

Çağa verilen "Victorian" adı İngiliz dilinde "pejorative" yani olumsuz ve kötüleyici bir sıfattır. Oxford English Dictionary Victorian için bakarsanız karşınıza "resembling or typified by the attitudes supposedly characteristic of the Victorian era; prudish, strict; old-fashioned, out-dated." () çıkar. Anlayabileceğiniz gibi pek de hoş şeyler ifade etmemektedir. 

"Victorian" deyince burjuvazinin Büyük Britanya'ya tümüyle hakim olduğu, Kraliçe Victoria ve Prince Albert'in ahlak anlayışlarının halka örnek olduğu bir dönemdir. Piyanoların bacaklarının kadın bacağına benzediği için pahalı kumaşlarla örtüler yapılarak kapatıldığı bir dönem (umarım böylesine de şahit olmayız).

Victoria çağı insanın başlıca uğraşı para kazanmak. Bunun peşinde koştururlarken de etraflarının ve içlerinin ne denli çirkin olduğunun farkında değiller.

D. H. Lawrence Victoria Çağı'nın çirkinliği için şöyle diyor: [1]
Bunu belki hiç kimse bilmediği halde XIX. yüzyılda insan ruhuna gerçekten ihanet eden şey çirkinlikti. Victoria Çağı'nın refah günlerinde paralı sınıfların ve sanayide kalkınmayı sağlayanların işledikleri büyük cinayet, emekçileri çirkinliğe, çirkinliğe ve gene çirkinliğe mahkum etmekti: Bayağı, biçimsiz, çirkin giysiler, çirkin mobilyalar, çirkin evler, çalışanlarla işverenler arasında çirkin ilişkiler. İnsan ruhunun, ekmekten fazla güzelliğe gereksinimi vardır.
Çağın önemli insanlarından birisi olan şair ve eleştirmen Matthew Arnold, İngiliz diline yeni bir sıfat kazandırarak, ülkeye egemen olan burjuva/orta sınıf için "philistine" yani kültürden yoksun, güzellik düşmanı ve dar kafalı olmakla suçlamıştı.

Halkın durumu daha vahimdir, çocuk işçilerin çalıştırıldı, Dickens'in romanlarından aşına olduğumuz, kadınların neredeyse üçte birinin fahişelik yaparak karnını doyurduğu bir dönemde ihtilalin tehlikesini hisseden egemen sınıflar bir sürü reforma giriştiler. 1832'de geçen "Reform Bill"in (Reform Tasarısı) emekçi kitlelerin durumunu düzeltmediğini gören Parlamento, 1867'de İkinici Reform Tasarısı'nı kabul etti. 1871'de sendikaların kurulmasını izin veren "Trade-Union Act" yasalaştı.

Bu dönem insanı için eğlence kaynağı romanlardı, şimdinin televizyonları gibi düşünün. Akşamları salonda toplanan aileye bir fert yüksek sesle romanı okurmuş. Ülke ekonomik alana hakim olan orta sınıf kültürel alana da hakimdi. Roman yazarları da okuyucu kitlesine göre konu seçiyordu. Eğer dikkatinizi çektiyse bu dönemde yazılan romanlar genel olarak orta sınıf ile ilgilidir. 1830'lara kadar edebiyatta eksik olan endüstriyel dönem 1840'larla birlikte çok önem taşıyan bir hal aldı.

İngiliz romanın başlangıcı sayılan bu yüzyıl Charles Dickens, Bronte Kardeşler, George Eliot, Thackeray, Mrs. Gaskell, Disraeli, Jane Austen gibi pek çok romancının doğuşuna ev sahipliği yapmıştır. Roman yazarları dışında eleştirmenler de çok fazla yer kaplamıştır İngiltere'nin değişen sosyal, kültürel yapısını incelemiş/eleştirmişlerdir. Ama yine nasıl ki Romantik Dönem denilince akla ilk başta şiir geliyorsa, Victoria Çağı'nda da akla ilk olarak roman geliyor.