Sabahattin Eyüboğlu’nun Mavi ve Kara adlı deneme kitabındaki ilk deneme olan ‘Bizim Anadolu’ yu okurken, Eyüboğlu’nun karşılaştığı softalıkları anlattığı bölüm dikkatimi çekti. Buna benzer birkaç örnek daha veren Eyüboğlu bu denemeyi 1956 yılında yazmış. Alıntıyı okuduğunuzda fark edeceksiniz ki yazıldığı yıl pek de mühim değil. Zira yıl 2011 ve böylesi softalıklara (hatta daha da tuhaflarına) rastlamak mümkündür. Mantıklı bir şeye bağlayamadıkları her şeye günah diyen insanlara rastlamışsınızdır. Eyüboğlu’nun hatıratı edebiyat kısmı için de üzüntü verici. Belki bu yobazlığı yapan hoca (ve onun gibi düşünen diğerleri) olmasaydı, Anadolu’dan daha fazla türkü, masal gelebilirdi günümüze.
''Daha eski bir Ege gezisinde de şöyle bir softalıkla karşılaşmıştım. O zamanlar bizim türkülerde, masallarda Yunan efsaneleriyle akrabalık aramaya başlamıştım. Anadolu folklorunda çok rastlanan üç güzel motifin, İda dağında yani bizim Bursa yakınlarındaki Kaz dağında, üç tanrıça arasında Aphrodite’yi seçen Paris efsanesiyle benzerliği yabana atılır cinsten değildi. Hele bir türküde Karacaoğlan yahut adsız bir Anadolu şairi sanki Paris’in ağzından konuşur;
Üç güzel oturmuş bana el eyler,
Biri Şemsi, Biri Kamer, ille Elif.
Birinin parmağı dopdolu yüzük
Birinin kolunda şık şık bilezik
Büyüğünü sevsem küçüğüne yazık
Biri Şemsi, Biri Kamer, ille Elif.
Uğradığımız köylerde buna benzer türküler, masallar soruşturuyordum. Bir köy kahvesinde aynı şeyi sorduğum bir genç köylü bana bayağı içerledi. Sen bunları müslüman köylerinde arama; Kızılbaşlarda olur öyle şeyler, dedi. Peki onlar da müslüman değil mi? dedim. Tövbe, tövbe, diye yanımdan uzaklaştı köylü. Kusura bakma bey, dedi bir başka köylü; Hoca günah sayıyor da biz gayri söylemiyoruz o türküleri. Hangi türküleri? diye sordum. İşte o Şemsili, Kamerli türküleri. Sonraları şaşmaz oldum bu hazin tuhaflıklara, ama o gün dona kalmıştım kahvede.’
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder