30 Mayıs 2017 Salı

Tercüme, Eleştiri ve Burian

Künye: Orhan Burian. "Tercüme ve Bizim için Mânası Üzerine," Araştırmalar-İncelemeler. Der. Zeki Arıkan. Ankara: Atatürk Kültür Merkezi, 2006; s. 473-78.



   "Avrupa'nın büyük edebiyatlarında "Renaissance" tercümecilikle başladı" (473), diyerek başlıyor Burian denemesine. Bu ulusların bilgiye ulaşmak için sıklıkla tercümeyi kullandığını, yalnızca klasik Yunan-Latin edebiyatlarıyla değil aynı zamanda İncil tercümesinin de Rönesansa ön ayak olduğunu vurguluyor.* Oldukça yerinde olan bu tespit reform ile rönesansın iç içe neredeyse ayrılmaz halde anıldığının arkasındaki sebeplerdendir. Almanlar İncil'in çevirisi üzerine yoğunlaşmışken, Fransızlar, İspanyollar, İngilizler, İtalyanlar edebiyat çevirileriyle boğuşmaktadır. Eskileri yeteri kadar "taklit edip" kendi seslerini bulduklarında, bu ulusların her biri kendi çağdaş edebiyatlarını oluşturmuşlardır. 

   Avrupa örneğinden memleket örneğine geçiyor Burian, peki bizde niçin Rönesans başlamadı diye soruyor, "biz--dil bilmeyen, nesillerle okuyucu kalabalığı--birkaç yazıcının tamamiyle insafına kalmış olarak yetiştik" (474). Haliyle bu birkaç yazıcının beğendiği, seçtiği, tercüme etmeyi uygun gördüğü, yer yer "gereksiz" gördükleri için sildikleri bölümlerle, gerek "yeterli" gördükleri kadarıyla yaptıkları tercümelerle yetiştikleri için, onlara ne verildiyse onu okudular ve ona inandılar. Bu yüzden hâlâ büyük Türk edebiyatı yok yanıtını bulabiliyor Burian [hiç haksız sayılmaz, ne dersiniz].  1944 yılında kaleme aldığı bu denemede zamanının (ya da biraz öncesinin) yazılarına güzel eleştiriler olduğunu düşünüyorum, şöyle bir eleştiride bulunuyor büyük Türk edebiyatına sahip olmadığımız kanısına vardıktan sonra: 
"(...): gündelik gazete sütunlarından kitap şekline geçmeye bile değmeyen yazıları millî roman saymak; toy delikanlıların vezinli düşmüş hayal kırıntılarına yahut heyecan taşkınlıklarına yüzyıllık şiir değeri vermek; bilgiye dayanmaksızın, sade dostluk yahut düşmanlık icabı verilen irtibatsız hükümlere tenkit demek hep ölçü, ayar yoksunluğundan geliyor." (474)

Bu eleştirilerine katılmamak elde değil, 1944 yılından bugüne baktığınızda hâlâ güncelliğini koruyan gözlemler hatta. Kitap eklerini okuyan (daha doğrusu artık okumayan) insanların birçoğu çavuş-ahbap ilişkisinin farkında olduğu için uzaklaşıyor ondan. Eleştirinin doğru olup olmadığına bakmaksızın olur da çok sevilen, övülen bir kitaba yahut yazara eleştirel bir şey söylerseniz onun "fanatikleri" sosyal medyanın her kolundan bir anda üzerinize çullanabiliyor. Bir şeyin yahut insanın fanatiği olmak benim için aklımın almadığı bir şey, bilgiye dayalı, rasyonel eleştiriyse kollarımız hep açık. Bazen çalıştığınız yayınevilerinin yaptığı hataları ortaya koymanız bile etik dilemma oluşmasına neden oluyor.

   Yazının devamında devlet eliyle başlatılan çeviri seferberliğinden bahsediyor Burian, burada bile eleştirel sesini susturmadan. Öncellikle kişilerin kurduğu yayınevileriyle başlayan bir tür teşebbüs olduğunu vurguluyor, son iki yıldır (1942) da devletin öcülüğüyle "fevkalâde hızlandığını" (474), söylüyor. Bu yıllarda bir yandan yayınlanan tercüme kitaplar bir yandan da yeni açılan yayınevilerinin sayısı gittikçe artmış. Tercüme eserlerde "her zaman edebî değer birliği, sıhhat bütünlüğü, tarih uygunluğu" bulunmasa da tercümelerin faydası yanında düzeltilebilir bu kusurları mazur görüyor. Devletin tercüme işine verdiği desteğin yayınevlerine öncülük ettiğinin özellikle üzerinde duruyor, meselâ devlet tercümeleri sayesinde yayınevlerinden çıkan tercümelerin başlarına "Bu eser ...ce tercümesinden çevrilmiştir," ya da "kısaltmadan çevrilmiştir" gibi ibarelerini yazma şuuru kazanılmıştır diye Burian. Çevirinin bir bilen tarafından kontrol edilmesi, mütercime eksikliğinin gösterilmesi, mütercime biraz daha fazla para verilmesi hep devlet örneğinden sonra yayınevlerine geçmiş.

   Burian devletin rolünden bahsederken şöyle diyor: "Tercümecilik, bu memlekete onun özlediği Renaissance'ı getirecek humanizma ruhunun bir belirtisi ise, bu yolda Devlet en büyük humanizmacı olarak çalışmaya başlamıştır" (475). Hasan Âli Yücel'in başlattığı humanizma akımı içine birçok önemli ismi alarak büyümüş, şimdilerde kitaplığımızda bulunan birçok klasik metnin çevirisi o günlerden gelen tercümelerin yeniden baskıları genellikle. Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Vedat Günyol, Nurullah Ataç, İrfan Şahinbaş ve daha birçok isim, üzerine Balıkçıyla gelen akım bu insanları ve yaptıkları işleri  dönemi için daha da vazgeçilmez hale getirmiş. 

   Memlekette tercüme hâlâ daha çok büyük bir sorun [Hoş memlekette yalnızca tercüme değil, telif eser yazmak da büyük bir sorun.]. Öyle anlar var ki telif eser ile çeviri eserin farkını anlayamayan profesyonel edebiyatçılarla karşı karşıya durmak zorunda kalıyorsunuz. Her ne kadar 1940lar Türkiye'si için yeterli gibi gözükse de o zamandan kalan çevirilerin yeniden elden geçirilmesi, daha da doğrusu yeniden çevrilmesi gerekir. İsimlerin birer tabu haline gelmesi, onların çevirilerinin yahut yazılarının eleştirilemez ya da dokunulamaz olması 2010lar Türkiye'sinde çok iyi yetişmiş, binbir türlü kaynağa ulaşabilen genç kuşak çevirmen ve filologların önünde aşılması gereken oldukça yüksek bir duvar. Yayınevileri bilgiye, birikime yahut bilimsel kaynağa bağlılığa değil de bir isme ve onun temsil ettiğini düşündükleri değerlere bağlı kalmayı seçtikleri sürece bu önyargı duvarı gittikçe yukarılara çıkmaya devam edecek. Günümüzde butik yayınevleri yeni mütercimlere, fikirlere "biraz" daha açık olsa da yine de yeterli değil. Şimdiye dek Maarif Matbaası'ndan çıkan eserleri dörte beşe katlamamız gerekirdi ki denemenin başında Burian'ın dediği gibi kendi büyük Türk edebiyatımıza başlayabilelim. Denemesini güzel bir temenni ile tamamlıyor, 1944de entelektüel anlamda ümit verici şekilde ilerleyen tercüme yolculuğu ona şunları söyletiyor:
"Yazı sanatında en güzel, en ulvi örnekleri tanıyoruz. Yakında kendi dilimizde de güzeli ve ulviyi seçip aramak itiyadını kazanmış olacağız. O vakit Türk edebiyatında Renaissance bir "emri vaki" olacaktır. Mademki millî edebiyatların hamuru, dünyanın ölümsüz eserlerini içine alan tercüme faaliyetleriyle yuğrulmuştur; geleceği soframızdan daima tok kalkacağımıza güven besliyebiliriz." (478)  
Siz 2017 yılının ortasında tok kalkabildiğinizi düşünüyor musunuz? 



*

Birkaç kez daha yazmış olabilirim lakin tekrarın zararı olmaz, Orhan Burian'in eserlerinin baskısı tükenmiş, bu kitap gibi bazıları özel aramalar sonucu ortaya çıkartılabiliyor. Yapı Kredi Yayınları Burian'in mektuplarını ve günlüklerini basmış maalesef baskıları tükendiği, ya da tükenmeye yakın olduğu için bulunamıyor. Yazıları, denemeleri, monografi ise Zeki Arıkan'ın çabaları sonucunda bir araya getirilerek iki kitap halinde basılmış. Zeki Arıkan'ın Orhan Burian'ın tanınması için verdiği çaba dikkate şayandır, şimdiye kadar hiçbir yerde bir arada yayınlanmayan yahut sadece bilimsel dergilerde yayınlanan makalelerini de bir aryaya getirerek Burian'ın filolog kimliğine de dikkat çekmiş olur. 

Söylemek gerekir ki bu kitaplardaki yazılara başka kaynaklardan baktığınızda dilde farklılıklar bulabilirsiniz. Bunun nasıl olduğunu bilmiyorum, çünkü kitabın Önsöz'ünde bunlarda yayınlanan eserlerin olduğu gibi derlemeye dahil edildiğini yazıyor (vi). 

Umuyorum ki Yapı Kredi Yayınları, Burian tüm külliyatını basma işine girişir, bu kitapları ve yazılarını  gün yüzüne çıkartır. Türkiye'de İngiliz filolojisinde çok kısa fakat fevkalâde önemli bir isim olan Burian'in sonraki kuşaklara aktarılması gerektiğini düşünüyorum. 


*

Ortaçağ'da çevirinin gelişimi ve önemiyle ilgili Jacques le Goff'un Ortaçağda Entelektüeller kitabını öneririm.

* Cultural Translation in Early Modern Europe. Ed. Peter Burke and R. Po-chia Hsia. Cambridge: Cambridge University Press, 2007. (Erken Dönem Avrupa'da Kültürel Çeviri, çev. Ferit Burak Aydar, İş Kültür Yayınları, 2012)

3 yorum:

  1. Orhan Burian değerli bir isim. Söyledikleri de önemli. Zeki Arıkan'a ben de teşekkür etmek isterim, Burian ile ilgili yapılan her iş kültürümüze katkıdır. Çeviri konusunda çok ilerlediğimizi düşünüyorum. Gürip de bir durum var, hem çevirmenlere odaklı bir yayın çevresi var hem de çevirmenlere gerekli ihtimam gösterilmiyor. Ne zaman çevirmenlerle ilgili bir konu gündeme gelse gözden kaçan bir başka konu var: Editör. Yayınevleri her iki alana da ciddi yatırım yapmalı. Bu hem kendileri için bir kazanç olacak hem de memleketimiz kazanacak. Kim bilir belki o Rönesans'ın gelişi birkaç yüzyıl kısalır.

    Güzel yazı, teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Elinize sağlık. Burian'ı unutmamak, hep hatırlamak, hatırlatmak lazım. Bazı yazıları daha önce TÜBA yayını olarak Vedat Günyol'un (maalesef) sadeleştirmesiyle çıkmıştı. "Maalesef" diyorum, çünkü bu yüzden "deneme" türü üzerine ilk kafa yoranlardan bir olan Burian'ın "essai, essay" için önerdiği terimi öğrenememiştik. Bunun için yazılarının asıllarına bakmak gerekiyordu. Fakir, "Kitap-lık" dergisinin ücretsiz eki olarak bir antoloji hazırlamıştım: "Yüz Yıldan Denemeler". Oraya Burian'dan aldığım yazı aslı gibidir, orada merhum "deneç" terimini kullanır. (Kayda geçsin istedim.) Tekrar elinize, aklınıza sağlık.

    YanıtlaSil
  3. Bir arkadaşımın doğum günümde hediye ettiği "Bebek Ruhlum" romanı çok beğendim. Aşkı bu kadar güzel anlatan başka bir kitap var mı bilmiyorum ama şu ana kadar okuduğum en iyi aşk romanı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim.

    YanıtlaSil