29 Mayıs 2012 Salı

(2) Ludwig Wittgenstein'in dil felsefesi

Genel Olarak Dil Felsefesi


Eski çağlardan beri filozofların üstüne konuştuğu ve yazdığı bir konudur dil; Platon’un Kratylos'u, isimlerin neye göre adlandırıldıkları ve aralarındaki ilişkiye dair bir diyalogtur. Felsefe tarihinin dille ilgili en eski tartışması olan bu diyalogda bir taraf, bu ikisi arasındaki ilişkinin doğayla olduğunu, adların adlandırdıkları şeylerin özünü yansıttıklarını, bunu da adlandırdıkları şeyleri sesler aracılığıyla taklit ederek yaptıklarını ileri sürer. Diğer taraf ise adların rastgele seçildiğini iddia eder.

Dil felsefesi, 20.yüzyıla gelindiğinde, önemi ve araştırmacıları artan bir felsefe alanı haline gelmiştir. Aralarında güçlü bir bağ bulunmasına rağmen temelde iki farklı felsefe dalı olan dilbilimsel felsefe ve dil felsefesinin arasına sınır çizilmelidir. Dilbilimsel felsefe, dilden yola çıkarak felsefe sorunlarını çözmekte kullanılan bir yöntem olarak tanımlanırken, dil felsefesi yalnızca bir yöntem olmayıp bağımsız bir inceleme alanıdır. Felsefe tarihinde Platon, Aristoteles, Locke, Hume, Mill, Kant gibi filozoflar dil felsefesi alanına girecek çalışmalar yapmıştırlar. Dil felsefesinin kurucusunun Wilhelm von Humboldt olduğu kabul edilir. Ama dil felsefesinin asıl gelişimi Gottlob Frege'nin 19.yüzyılın sonlarındaki çalışmaları ve 20.yüzyılda Bertrand Russell ve Ludwig Wittgenstein'in katkılarıyla oluşturulmuştur.

Dil felsefesinin yüz yıllık kısa tarihinde yanıtı aranan iki ana soru vardır. Bu iki ana soru filozofların dil felsefesi tarihi içinde ele aldıkları iki ana soru olma ötesinde, dil felsefesinin iki ana sorusudur. Dil ile dünya arasındaki ilişki nedir? Ancak bu sorunun yanıtını arayanlar bununla yetinmezler, bir de ikisi arasında kurdukları (ya da götürdükleri) ilişkiden bir anlam kuramı türetirler. Frege ile Russell, ilk dönem çalışmalarıyla Wittgenstein, başta Rudolph Carnap olmak üzere mantıkçı pozitivistler, günümüzde Willard van Orman Quine ile Donald Davidson bu çizgide ürün veren kişilerdir.

Wittgenstein’in Dil Felsefesi


Bütün felsefe problemlerini dil problemine indirgeyen Wittgenstein’in düşüncesinin merkezinde dilin kapsamını ve sınırlarını belirleme problemi vardır. Ona göre, dili kullanma, anlama, insanları başka varlıklardan ayıran biricik şey, insan yaşamının özünü oluşturan dokudur. Wittgenstein bu bağlamda iki temel sorunun gündeme geldiğini söyler: Dilin dünyayla olan ilişkisi nedir? Dilin düşünceyle olan ilişkisi neden meydana gelir?

Wittgenstein’in dil felsefesinin temelini oluşturan disiplinlerden birisi mantıksal pozitivizmdir. 19.yüzyıl sonu 20.yüzyıl başlangıçından itibaren Ernst Mach’in oluşturduğu bu akım Whitehead, Ernest Nagel, Russell, ve Wittgenstein dahil pek çok entelektüelin “Viyana Çevresi” olarak bilinen grubunun oluşturduğu bir akımdır. Pozitivizm bilindiği gibi ampirist bilgi anlayışını temel alan, deney ve gözleme dayalı olgulardan hareket eden bir düşünce biçimidir. Mantıksal pozitivizmde dil ve mantık alanlarının öne çıktığı görülür. Bilim ve felsefe iki ayrı bölüm olarak ele alınır; felsefenin görevi dil olarak belirlenir. Buna göre felsefe dil çözümlemeleri ile sınırlı kalmalı, onlara dayanarak olguları dile getirdiğimiz önermeler üzerine ve bu önermelerin dilsel bağlamları üzerine açıklama yapmakla görevli olmalıdır; Wittgenstein’in üstünde durduğu görüş de budur.

Wittgenstein’in felsefesini iki ana bölümü ayırmalıyız; zira, Wittgenstein “gençlik” döneminde kaleme aldığı Tractatus adlı eserinde “dil gerçeğin resmidir” derken ve bununla mantıksal pozitivistlerin fikirlerine destek olurken, ilerleyen dönemlerinde bu anlayışını değiştirerek kendisinin hiçbir zaman bir mantıksal pozitivist olmadığını söylemiştir. Ama bu, Tractatus’taki dil teorisinin gerçekten mantıksal empirist görüşü desteklemediği anlamına gelemez.

1929 yılı Wittgenstein’in çalışmaları ve hayatı için bir dönem yılı olarak adlandırılabilir. Cambridge’e geri döndüğü bu yılda Wittgenstein, savaşa gitmeden önceki, Tractatus öncesi dönemini çoktan geride bırakmıştır. Tractatus’dan epey farklı olarak geliştirdiği dil teorisi maalesef anca ölümünden sonra 1958’de kitap haline getirilerek Philosophical Investigations başlığı altında basılmıştır.

İlk döneminin temel eseri olan Tractatus’da Wittgenstein dilin fonksiyonunu, nasıl gerçekleştiğini ve dilin sınırlarını ortaya koyar. Dil düşünceyi ifade ettiği için, onun üstlendiği bu görevi aynı zamanda düşüncenin sınırlarına dair bir araştırma olarak görmeliyiz. Tractatus’un iki temel tezi ya da öğretisi vardır: Bunlardan pozitif olan ve dilin dünyayı resmettiğini, öne süren birincisine göre, olgusal dilin önermeleri dış dünyayı (olguları) resmeder, mantığın önermeleri ise totolojilerdir. Bununla birlikte, eserin olumsuz olan tezi ya da öğretisi, ahlakî, dinî ve hatta felsefî söylemin dilin sınırlarını aştığını ifade eder.

Wittgenstein’in her tümcenin mümkün bir durumun varolan bir olgunun resmi olduğunu öne süren söz konusu dil ve anlam görüşüne göre, tümce (önerme), son çözümlemede basit nesne ya da şeylere gönderimde bulunmak durumunda olan isimlerin bir birleşimidir. Gerçeklikle dil ya da düşünce arasındaki bu resmetme ilişkisinin mümkün olabilmesi için, onların ortak bir mantıksal formu paylaşmaları gerekir. Bununla birlikte, bu mantıksal form dünyada bulunmaz; bulunmadığı için de dilde resmedilemez. Aynı şekilde ahlakî değerler ve benin dünya ile olan ilişkisi de dış dünyadaki olgular arasında bulunmadığı için bunların da resmedilebilmeleri söz konusu olamaz. Bu ve benzeri şeyler, kendileriyle ilgili olarak hiçbir şeyin söylenemeyeceğini ve dolayısıyla, sessiz kalınması gereken metafiziksel konulardır.

Tractatus’da şu soruyu sorar: “Dünyada önsel bir düzen var mıdır, eğer varsa bu nasıl bir düzendir?” şöyle cevaplandırır: Dünya dil aracılığıyla temsil edilir, dil gerçeğin bir resmidir; bu nedenle, dilin yapısı dünyanın yapısına karşılık gelir. Eğer dilin yapısını anlarsak, dünyanın düzenini de öğrenmiş oluruz.

Wittgenstein’in ikinci dönem felsefesi kullanımsal bir anlam teorisi geliştirirken dilin değişmez ve temel bir özü olduğu, bu özün dünyanın temsiliyle belirlendiği ve dildeki sözcüklerin salt adlandırma işlevi gördüğü görüşünü tümden reddeder. Başka bir şekilde dile getirmek gerekirse, Wittgenstein bu dönemde, dilin özyapısı üzerine açık, belirgin, soyut ilkeler getirmek yerine, dile doğal bir insan fenomeni, çevremizde olup biten bir şey, karmaşık insan faaliyetlerinin oluşturduğu bir bütün olarak yaklaşmıştır. Bu dil anlayışının önemli bir özelliği, onun dili özünde toplumsal bir fenomen, ancak birden fazla insanın benimsediği kuralların varlığıyla işleyebilen bir fenomen olarak görmesidir. Wittgenstein bu dönemde dili, insan tarafından kullanılan bir alet olarak görür. Bir ifadenin anlamı, o ifadenin mümkün kullanışlarının bir toplamıdır. Bu da anlamı, insan faaliyetlerine ve sonunda da yaşam biçimleri bütünlerine bağlar.

Dille ilgili olarak resim benzetmesinden alet benzetmesine geçiş, Wittgenstein’in iki dil görüşü arasındaki en önemli farktır. Wittgenstein bu ikinci dil görüşünde, dilin kullanılmasını aynı zamanda oyun oynamaya benzetir. Tüm oyunlar kurallar tarafından yönetilen faaliyetler yapıp-etmeler olduklarına göre, amaçlı bir faaliyet olan dil, uzlaşımsal ve değişken kuralların yönettiği öğelerle yürütülür.

Wittgenstein’a göre, filozofun yapması gereken; dilin çeşitli kullanım biçimleri içinde uygulandığı, farklı ancak ilişkili dil oyunlarında nasıl kullanıldığını göstermektir. Filozof bunu, insanların saptırıcı benzetmelerle yoldan çıkmalarına engel olmak için yapar. Wittgenstein’a göre, kişi felsefe yapmaya başlamadan önce, dilin kendisini saptırabilme tarzlarını ve saptırdığı yolları araştırmak zorundadır. Onun felsefe yapma biçimi işte bu anlayıştan yola çıkar: Felsefe, dil konusundaki yanlış ve sahte kabullerimizin, dünya üzerine olan düşüncelerimizi nasıl saptırdığının çok yönlü bir biçimde araştırılmasıdır.

Wittgenstein kitabı Tractatus’u şöyle bitirir, biz de üstaddan alalım sonsözü;

                                         Üzerine konuşulamayan konusunda susmalı.

                                                                       


İlkay Sunar, Düşün ve Toplum, ss. 94-105, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1979 Ankara

Ludwig Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus, çev. Oruç Aruoba, Metis Yayınları, 2011 Haziran

Umberto Eco, Avrupa Kültürü, Yeni Binyıl Yayınları, 1993

Roland Jaccard, “Wittgenstein’i Sevmek İçin 50 Neden”, Cogito sayı 33, Güz 2002, s. 259, YKY

Hans Sluga, “Ludwig Wittgenstein: Hayatı ve Yapıtları”, Cogito sayı 33, Güz 2002, s.5, YKY

Newton Garver, “Gramer Olarak Felsefe”, Cogito sayı 33, Güz 2002, s.106, YKY

Wikipedia.

Ömer Naci Soykan, “Wittgenstein Felsefesi: Temel Kavram ve Sorunlar” Cogito sayı 33, Güz 2002, s.40, YKY

Atakan Altınörs, Dil Felsefesi Sözlüğü, Paradigma, İstanbul, Kasım 2000

R.Levent Aysever, Dil Felsefesinin Geleceğine Bir Bakış, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2003, Cilt:20, Sayı:2, ss. 127-140

Jason Stanley, “Philosophy of Language in the Twentieth Century”, Rutgers University Review

Ray Monk, Wittgenstein: Dahinin Görevi, Kabalcı Yayınları, 2005 İstanbul





2 yorum: