Aslında buraya Ludwig Wittgenstein ve Dil felsefesi ile ilgili bir yazı koyacaktım ama blogger maalesef 200 karakter üstünde bir şey kabul etmiyormuş o halde biz de böle böle yayınlayacağız. Hayat hikayesi için daha da keyifli şeyler var, onları da başka bir yazıda şeyederiz.
Wittgensteinler aslen Yahudi olmalarına
rağmen, Ludwig’in baba tarafından büyük büyükbabası, Moses Maier, Protestanlığa
geçmiştir. Moses Maier’in büyük oğlu Hermann Wittgenstein 1850’lerde Viyana’ya taşındıklarında
büyük ihtimalle kendilerini artık yahudi olarak görmüyorlardı. Sekiz kız ve üç
oğlan çocuğunun annesi olan Fanny Fidgor, seçkin bir Viyanalı Yahudi ailenin
kızıydı. Hermann ile evliliklerinden önce o da Protestan olmuştu. Hermann
Wittgenstein, tüm çocuklarının Yahudilerle evlenmelerini yasaklamıştı. Bu
yasağı kıran tek çocuk, küçüklüğünden beri asiliği ve dikbaşlılığı ile bilinen
Karl Wittgenstein’di. Birkaç kez evden kaçmayı denesede 1860’lara kadar
başarılı olamadı. Kaçtığında ise New York’a gitti, orada barmenlik,
öğretmenlik, bar müzisyenliği, garsonluk gibi işler yaparak iki yıldan fazla
zaman geçirdi. 1867’de Viyana’ya ailesinin yanına döndüğünde, aile işinin
aksine müdendislik eğitimi aldı. Daha sonraları Bohemya’da bir inşaatta
çalışmaya başladı, işinde o kadar iyiydi ki beş yıl kadar kısa bir sürede müdür
koltuğuna oturdu. İşlerin gelişimi ile Karl’ın serveti de artıyordu; hem
kişisel serveti hem de şirketlerin serveti ile Viyana’nin hatırı sayılır
kişileri arasında gösteriliyordu. Aristokratik bir yaşam tarzı sürmeye
başladılar. Karl Wittgenstein, şirketlerinin altın çağındayken sekiz çocuğunun
annesi Leopoldine Kalmus ile evlendi; her ne kadar bir Yahudi olsada Katolik
olarak yetiştirilmiş bir Viyanalıydı. Karl ve Leopoldine’in çocuklarını da
Katolik inancına göre vaftiz edilip yetiştirdiler.
Ludwig Josef Johann Wittgenstein,
Hadsburg Viyana’daki en zengin ailelerden birinin sekizinci ve en küçük çocuğu
olarak 26 Nisan 1889’da doğdu. Belli bir süre sonra şirketlerinden istifa
ederek kendini kültür ve sanat işlerine veren Karl’a karısı Poldy de oldukça
destek oluyordu. Poldy’in en büyük tutkusu olan müzik, bir sürü müzisyenin
gelişmesi için de sermaye harcamalarına vasile oldu. Büyük erkek çocukları
üstünde baskı kuran Karl bu yöntemin çok da iyi olmadığını anlayınca küçük
erkek çocukları için eğitim sistemini değiştirdi. Çünkü büyük erkek
çocuklarının şirketlerin başına geçmesini istiyordu ama Hans bir dahiydi, daha
dört yaşındayken kendi bestelerini yazardı; Rudolf bir tiyatrocu olmak
istiyordu. Babalarının baskısı onların kaldırmayacakları hale gelince önce
evden kaçtılar, sonra da intihar ettiler. İçlerinden sadece Kurt, babasının
istediği gibi müdür oldu. Bu deneyimleri üstüne Karl, Ludwig’i ve Paul’u evden
uzak okullara gönderdi ve kendi istekleri peşinden koşmalarını istedi.
Wittgenstein, diğer kardeşlerine
nazaran sessiz, uyumlu, neşeli bir çocukluk geçirdi; gerçi daha sonraları çok
kötü bir çocukluk geçirdiğini söyleyecek demek ki bunu çok iyi saklayabilmiş.
Zaten bazı anılarında da bu huyunu görebiliyoruz; doğru olanı değil de ondan
bekleneni yapmıştır. Mühendislik eğitimi için, Linz’de daha teknik ve daha az
akademik olan bir okula gönderildi. Orada kendini yabancı gibi hissetmesi
oldukça doğaldır; çocukların çoğu işçi sınıfına mensüp ailelerden gelmeydi ve
Ludwig onlara müthiş kibarlığı yüzünden “siz” diye hitap ediyordu; çocukların
onunla dalga geçmesi için ellerine muhteşem bir koz veriyordu. Linz’de
öğrenciyken aynı dönemlerde Adolf
Hitler’de orada öğrenciymiş, Wittgenstein ile bildiğimiz kadarıyla bir
ahbaplıkları yoktu. Orada geçirdi üç yıl boyunca, çok da başarılı bir öğrenci
olduğu söylenemez, notları hep ortalama notlar. Linz’de geçirdiği süredeki
entelektüel gelişimini kendi merakı ve şüpheciliğine borçluydu. Tabii bir de
ablası Margarete’e (“Gretl”). Ailenin entelektüeli olarak kabul edilen Gretl
bilimsel ve kültür yenilikleri
takip ediyor ve bunları sesli bir şekilde etrafındakilere karşı savunuyordu.
Freud’un ilk savunucularından biriydi ve Freud bizzat ona psikanaliz yapmıştı.
Almanya’dan kaçışında da Freud’a yardımcı olduğu biliniyor, Freud’un yakın bir
arkadaşı olmuştu.
Wittgenstein ablasının yol göstermesiyle
dönemin eleştirmenlerinden, enteletüellerinden, düşünürlerinden haberdar oluyor
ve onların fikirlerini kendi sorgu mekanizmasında yoğuruyordu. Karl Kraus’dan Schopenhauer’a daha sonrasında çok etkilendiği ve fikirlerini
oluştururken neredeyse merkez aldığı Otto
Weininger’a birçok ismin eserlerini okuyor, inceliyordu. Entelektüel
gelişimi bu şekilde ilerlerken, mesleki alanı olan teknik konulardaki gelişimi
hakkın bildiğimiz tek şey; bu alanda okuduklarının daha çok bilim felsefesi
üstüne olduğudur. Anlaşılan o ki Wittgenstein’in şüpheciliği ve “acı verici
çelişkileri” onu git gide felsefeye yakınlaştırıyordu.
Makina mühendisi olmak için 1906
yılında Berlin’deki Teknik Üniversiteye kayıt olmuş ve iki yıl sonra 1908’de
diplomasını almıştı. Her ne kadar bu alana ilgi ve isteği olmasa da babasını
memnun etmek için böyle bir şey yaptığı düşünülmektedir. Ama kendini gitgide
felsefenin içinde bulmuştur. Gotfried Keller’in günlüklerinden esinlenerek,
felsefî fikirlerini defterlere not etmeye başlamıştır.
Wittgenstein’in döneminin kültürünün
özelliklerini taşıyan bir figür olması, fin-de-siécle
(yüzyıl sonu) Viyana’sının ve felsefî, bilimsel, siyasal ve kültürel
idealleri merak konusu olduğu sürece bilim adamlarının ve kamuoyunun dikkatini
çekeceğinin teminatıdır. Daha geniş bir tarihsel bağlama bakıldığında
Wittgenstein, asrımızı derinden biçimlendiren kültürel çevrenin en belirgin felsefî
sesi haline gelmiştir. Zaten onun için söylenen şeylerden birisi de 20.yüzyıl
felsefesinde kapladığı yerin eşsiz olduğu ama aynı zamanda olağan felsefenin
duvarlarıyla da sınırlandırılamayacağıdır.
I. Dünya Savaşı sırasında akademik
hayatına son vermiştir Wittgenstein. Savaşa, fıtık ameliyatı olup da “çürük”e
çıkmasına rağmen katılmıştır, hem de eğitimi ile subay olarak katılabilecekken
bir er olarak katılmıştır. Savaş esiri olarak aldındığın sırt çantasında ilk
dönem eseri olan Tractatus vardır.
Savaş sonrası düşüncelerini de
değiştirmiştir artık Tractatus’ta
savunduğu düşüncelere bağlı değildir. Tractatus’u
yayınlayacak olan editöre, okuduklarından hiçbir şey anlamayacak olan okurun
kinini kusabilmesi için, kitabın arkasına on-on iki boş sayfa eklemesini önerir
(bu kitap için yayıncı bulması oldukça güç olmuştur, tahmin edilebileceği
gibi).
I.Dünya Savaşı’nda 5 yıllık askerlik ve
esir düşmesinden sonra, Avusturya’nın bir dağ köyünde yedi sene ilkokul
öğretmenliği yaptı. Sonra bir manastırda bahçıvanlık ve ardından yaklaşık
olarak 16 yıl ara verdiği Cambridge’e öğretim görevlisi olarak döndü.
1951 yılında, uzun süren bir hastalık
(prostat kanseri) evresinden sonra ölmüştür.
bir çevirmen olarak "bilmediğim" bu felsefeyi anlayabilmem için iyi bir başlangış olabilir. teşekkürler çok aydınlatıcı!!!
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSil